24 Eylül 2012 Pazartesi

DÜŞ



Mısır tarlaları ökçeleriyle dimdik başı dumanlı dağlar karşılıyor gözlerimi. Ardındaki karartıda duran kır çiçekleri, yusufçukları ve kelebekleri selamlıyor gökyüzünün ıssız ve sessiz nefesiyle. Bulutların arzı edam ettikleri çarşafın alacasına bakılırsa ya sabah ya da akşama çalıyor ufku alem. Bir müddet kıpırtısız izliyorum sessizliği. Kıpırtısız aklım dalgalanıyor bir endişe zerresiyle. Burası neresi?
İstemsiz doğruluyorum rüzgara doğru, düşünüyorum neyi düşünmem gerektiğini bilmeden, sorular soruyorum zihnime cevaplayamadığım. Bekliyorum; hem zamanı hem mekanı anlayamayan aklım bir müddet bekle bakalım diyor ukala titreşimleriyle.
Bir tek kim olduğumu hatırlıyor keza son anımı hatırlamaya çalışmak yorucu bir muharebe yaratıyor zihnimde. Birden, soğuk değil ama üşüyorum, içimin ürpertisi vücuduma kıymıklar saplarcasına dışarı fırlıyor. Yoksa…

-  Öldüm mü???
       

Ölmüş gibi hissetmiyorum kendimi.

-  Arada bir yerde mi kaldım? Dönsem mi dönmesem mi, yoksa bedenim bir yerlerde savaş mı veriyor? Sevdiklerimin sabırsız ve umutsuz çiğ tanesi gözleri yollarımı mı bekliyor bir umut?

Belki de yediğim ya da içtiğim bir şey yüzünden buradayım veya rüyadayım…

Üstüme başıma baktığımda giyilmekten ve yıkanmaktan ve sanırım biraz da güneşin etkisiyle rengi solmuş açık pembe en sevdiğim bluzum ve altımda ise pembeyle grinin uyumuna hayran kalmayı gurur sayarak aldığım, gri fon üzerinde pembe zakkumlu, yeşil yapraklı şortum. Evet kendime baktığımda kendimi yine beğeniyorum.
Ah ama lanet olsun yıllar önce takmaktan vazgeçtiğim saatim yine kolumda değil ve ben ona, sanki bütün sırları çözecekmişçesine ihtiyaç duyuyorum. Hiç olmazsa zamanın bir anlamı olabilirdi belki.
Kendimi inceliyorum, yara bere, ağrı sızı, bedenime dokunuyorum, dokundukça endişeli parmak uçlarımın ağır darbelerini hissediyorum bedenimde.

-  Her şey normal.

Bir karaltı dağın yamacından bana doğru yaklaşıyor. Ürpertiyle fırlıyor, olduğum yere dikiliyor ve elimi anlıma götürüyorum güneş varmışçasına ya da görüş alanımı genişletecekmişçesine hatta bir cevap bulacakmışçasına. Bir kuş sürüsü, küçüklüklerine bakılacak olursa bir serçe sürüsü olmalı. Hızla bana doğru gelip üzerimden seğirterek geçiyorlar ve ben ellerimle kafamı kapatıp öne doğru eğiliyorum.

-  Bu da neydi şimdi?

Arkalarından bağırıyorum.

-  Ben dostum serçeler!
· Serçe olduklarına emin misin?

Korkuyla, hızlıca ama yine de bir umutla sesin geldiği yöne bakıyorum.
Neredeyse bir serçe büyüklüğünde, kanatları renki neydi o kuşun adı?

·  Saka
-  Evet tabi ama bu bir şaka
· Bir kitle oluşturamasan da espri becerin sana yetecek düzeyde, en azından sempatik tavrınla epey kız tavlamışsındır
-  Düşüncelerimi mi okuyorsun?
· Bir saka kuşunun konuştuğuna inanmak daha mı kolay senin için?
-  Bilmiyorum, belki, olabilir yani şu an kafam allak bullak, ne düşüneceğimi ya da hissedeceğimi bilmiyorum.
· Ne hissedeceğini bilmezsin ya da ne düşüneceğini sadece düşünür ve hissedersin ama senin gibi her şart ve koşulda mantığına sığınan bir kas kafalı için akışına bırakmak oldukça zor olmalı.
-  Dudaklarım kıpırdamıyor ne de senin gaganın hareket ettiğini görebiliyorum. Bilmiyorum içinde bulunduğum çıkmazda en inanılmaz bu geldi sanırım ya da sadece saçmalıyorum, belki de aklımı kaybettim ve kendi kendime bir sakayla konuşuyorum.
· Konuşmak için ille bir vücuda mı sahip olmalı, ille dudakları mı kıpırdamalı. Rüzgar hiç fısıldamadı mı 10 km öteden getirdiği toprağın kokusuyla az sonra yağmurun yağacağını ya da güneş teninin cızırtısını duyurmadı mı biraz daha kendine maruz kalırsan seni bir biftek gibi kızartacağını? Yağan yağmurun ağaçlarla sevişme seslerini işitmedin mi hiç ya da gökyüzündeki bulut kümeleri sana ilahi bir kudretten sevgi mesajları çizmediler mi? Ya da göçmen bir kuş sürüsü sana kışın geldiğini haber vermedi mi?
- Bilmiyorum, evet bazen hatta kendi biyolojik saatimi oluşturduğum için saat bile kullanmıyorum. Ama bu ilahi kudret, sevgi propagandaları, dostluk çağrıları pek dünyaya uygun değil gibi. Yani bir tür ütopya aslında. Hep sevgi, hep barış, mutlak huzur işte buna inanmıyorum.
· Sen nerede yaşıyorsun dünyalı? Aynı yerde yaşıyorsak tüm bunları göremeyecek, duyamayacak ya da hissedemeyecek kadar hangi büyünün altına girdin? Peki sen neye inanıyorsun?
           -   BEN karmaşaya inanırım küçük dostum. İkiliklere, çelişkilere, muammaya… Hegel’e göre her düşünce karşıtıyla birlikte doğar. Demek oluyor ki barış savaş olduğu için bu denli anlamlı. Dünya zıtlıkların, çekişmelerin ve hatta kaosun olduğu bir yer. Zengine ev sahipliği yaptığı kadar fakirin de yaşadığı bir yer. Zengin kadar fakirin de yaşamaya hakkı olduğu ama maalesef zenginlerin daha çok keyif aldığı bir yer. Ve ben bu meseleleri çok düşündüm. Dünyayı değiştiremeyiz. Evet, bir süre bu mesele beni hayli üzdü ve bir müddet sonra ben vazgeçtim küçük dostum. Dünyayı düzeltemeyiz. Dünya güzel bir kadın ama onun ırzına geçilmiştir çoktan.
             ·       Böyle benzetmeler siz dünyalıların dünyevi yaşayışında hayli önemli yer tutuyor olabilir ama yargılarınızla sadece düşüncelerinizi kirletmekle kalmıyor bir de kendinizi küçük düşürüyorsunuz. Ve bırak başka şeylerle konuşmayı, kendinizle konuşmaktan öyle yorgun düşüyorsunuz ki, bu yorgunlukla başka sesleri duyamamanız çok normal. Dünyayı değiştirmekten bahsediyorsun. Bırak böyle bir şey yapmayı, bunu düşünme hakkını bile nereden bulduğunu anlamakta hayli zorlanıyorum. Dünyanın düzenini değiştirmek, dünyanın düzeniyle oynamak, kim adına ve ne için?
           -     Haklı olabilirsin ama kabul etmelisin ki biz diğer canlı türüne göre biraz daha farklıyız. Konuşabiliyoruz, üretebiliyoruz ve en önemlisi düşünebiliyoruz. Tarih sahnesine baktığımızda toplumsal birçok olay ve radikal birçok değişiklikle karşılaşırız.
            ·    Kendini anlayamayan ve kendini bilmekten aciz bir canlı türü dünyayı değiştirmek üzerine yargılar üreten bir beyne sahip ve onun sayesinde diğer canlı türüne göre bir de üstün görüyor kendini. İnsanın kendini dünyadan bu kadar ayırıp bir de onun için bir şeyler yapıldığını iddia etmesi enteresan. Ben en çok bu tür bir yanılgı içine sizi ne tür bir hipnozun soktuğunu merak ediyorum.



Devam eder mi bilmem…