26 Kasım 2016 Cumartesi

Kadınlar Bin Bölünür



Kadınlar bin bölünür…
Hem toplumsal varlıklardır, hem bireysel kalmak zorundalar.
Kariyer yapabilecek kadar hırslı
Ayakta kalabilecek kadar güçlü
Eşine ve çocuklarına karşı şefkatli olmak durumundadırlar.
Şefkatli olabildikleri ölçüde kadınlardır
Yuvanın kurucusu, evliliğin bekçiliği yüklenir bir de görevleri arasına
Rolleri, görevleri gün geçtikçe artar da artar
Modern dünyanın kadını ekonomik özgürlüğüne ulaşmış olmalıdır birçoklarına göre
Ekonomik özgürlük, diğer bir hakkından feragat ettiği anlamını taşımaz asla
Tersine omuzlarına bir sorumluluk daha bindiği anlamına gelir.
Çekip çevirme, koruyup kollama, toplama çıkarma, alma verme vesaire…
Bir gün içinde birçok işi harikulade bir hızla bitirebilme kapasitesine sahiplerdir erkeklerin aksine. Aynı anda cebir hesapları yapar, diğer günün hazırlığını düşünürken, bir yandan tarhana çorbası karıştırır, sevdikleriyle daha güzel günler yaşama hayalleriyle baharatlandırır çorbasını.
Tüm bu koşturmaca yormaz mı, hatta bazen bıktırmaz mı kadını?
Elbette kimi zaman hareketli çarkların ısıttığı kayışları gevşetebilir. Ama kadının böylesi karabasanlarla uğraşmaya ne zamanı ne de dermanı vardır. Sorumlulukları vardır ve bir an önce başlanılan işi sonuçlandırmalıdır. Ne evladı bir şeyden eksik kalsın ister ne de eşini kırışık bir gömlekle işe yollamak…
Bir de eş dost yakın çevre vardır… Onlara göre, X Hanım ne hamarat ne çalışkan kadındır ve herkesin yüzü suyu hürmetine bu övgüler boşa çıkarılmamalıdır.
Cefakârdır kadın ve hakkı yoktur söylenmeye, ne de olsa tüm bunlar onun sorumluluğundadır.
Bin bölünür kadın, zaman geçtikçe de daha fazla bölünür. Bu bölünme vakti zamanıyla belki kendi içinde çatışmalara neden olmuştur ama kadın tüm bu rolleri nasıl dengeleyeceğini de öğrenmiştir bu süreçte.
Erkeğin tek bir görevi vardır şu ahir dünyada. Güçlü olmak bahşedilmiştir ona. Güç toplumsal bir varlık yapar erkeği. Toplumsallık kuşatır her bir yanını. Yok mudur onun da bir çok görevi? Elbette vardır onlarca sorumluluğu ama tek bir rolü vardır erkeğin, ne şefkatli, ne hamarat, ne lirik ne de sentetik olmak zorundadır. Güçlü görünsün yeterdir, adamdır nihayetinde. Keza erkek de kadın kadar insandır, onlar gibi duyguları, onlarınki kadar bireysellikleri vardır. Ve gün gelir bu dürtüler erkeği de böler. Ama bu bölünme çatışmayla sonuçlanır. Onlar ya kadınlara göre çok daha toplumsal varlıklardır ya da kadınlar gibi rolleri dengeleyebilecek güçlü oyuncular değillerdir. Son tahlilde kadına bir sorumluluk daha düşer: Erkeğin çatışmalarının tezahürü olan şiddeti süspanse etmek…

Kadın bin bölünür derin olur, erkekler ikiye bölünür ruhu hasar görür…

Evlilik Akdi



Yüzyıllarca öncesinden, çağdan çağa, nesilden nesile, toplumdan topluma değişerek ve evrimleşerek günümüze dek uzanan kurumsal bir öyküdür evlilik. Türlü rollere bürünmüş, bazen bir baskı aracına dönüşmüş ama yine de her dönem üremek ve nesli sürdürmek adına koruma altına alınmış toplumsal bir kimliktir özünde.

Toplum içinde kadın ve erkeğe, kendi nezdinde roller biçer, görev ve sorumluluklar yükler.

Çeşitleri vardır…
 Her fikre, her görüşe uygun bir yapıya büründürülebilir. Evet, bir bukalemundur bir benzetme yapılacaksa…
Hangi zamanda ve neredeyse, oranın ruhunu, şeklini, rengini taşır. Herkese uydurulabilir ve belki de her dönem sürdürülebilir olması bu özelliğinden kaynaklanıyordur.

Görücü usulü evlilikler vardır, desti izdivaçlar… Kimi tercihini aşk evliliğinden yana kullanır kimiyse mantık evliliğini uygun bulur bünyesine.

Sebebi ve şekli ne olursa olsun, toplumsal sözleşmelere benzer evlilikler, kadın ve erkek arasında imzalanan akdi bir sözleşmedir. Karşılıklı verilen sözlerden öte, bağlayıcılığı ve yaptırımı bulunan hukuksal ve toplumsal bir sorumluluktur evlilik…

Evlilik denilen evcilik oyununun çok önemli bir görevi vardır bana kalırsa… Kişilerin karşılıklı hak ve çıkarlarının korunmasından çok daha derin bir rol biçilmiştir aslında ona. Toplumu toplum yapan en önemli yapı taşı aileyi, aile kurumunu korumak, sürdürmek ve kültürel bağlar yoluyla nesilden nesile aktarılmasını sağlamaktır asıl amacı. Çünkü toplumsal birlik bu bağı korumak ve sürdürmekle sağlamlaştırılabilir. Toplum içindeki birey, aile aracılığıyla bu özelliğine ulaşabilir. Yani birey toplumsal bir varlığa ancak aile aracılığıyla dönüştürebilir. Bu yüzden toplumun ilk ve en önemli yapı taşıdır aile ve bu yüzdendir ki evlilikler çok önemlidir bu yapı taşının oluşturulmasında.

Bir evliliğin sebebi ve şekli ne olursa olsun, önemli olan verdiği sorumluluk ve rolleri doğru şekilde yapabilmektir.

Kişi âşık olduğu için, çocuk yapmak için, kendini korumak ya da maddi açıdan yetersiz olduğu için evlenebilir. Evlilik ciddi bir görevdir. Önemli olan bu kararı almadan önce getiri ve götürülerinin hesaba katılarak adım atabilecek bilinç düzeyine erişmiş olabilmektir.

Kişi evlendiğinde sadece kendine, evlendiği kişiye ve dünyaya getireceği çocuklarına karşı sorumlu değildir. Tüm toplum nezdinde bu sorumluluğu üstlenmiş demektir.

Evcilik oyununun, deneme yanılmaların ötesinde bir süreci omuzlarının üzerine alabilme kudretine sahip olmayı gerektirir. Fedakârlığı barındırır içinde. Karşılıklı hoşgörüyle çevrilmezse etrafı, en ufak sarsıntılar çöküntüye uğratır tüm yapıyı. Çöktüğündeyse,  bırakın sosyal bir varlığın gelişimini, bireysel kimlik bile bulunamayabilir enkazın altında.


Evlilik ciddi bir iştir. Hem bireysel hem sosyal bir sorumluluktur. Tek bir nedenden ötürü başlamaması gerektiği gibi, tek bir nedenle sona erdirilmesi de çok doğru olmasa gerek benim kanaatime göre. Bu nedenledir ki, başlaması ve devam ettirilebilmesi kadar, sonlandırılması da aynı özeni, aynı sorumluluğu ve fedakârlığı gerektirir. Belki de dünyada bencilliğin barınamayacağı somut tek adrestir evlilik.

ÇİZGİ ÜSTÜ



Gün döner, zaman geçer, sen evrilirsin yollar kıvrılır.
Zaman kimine dost, yoldaş olur, kiminiyse hep peşinden koşturur…
İnsanlar vardır, ardında kalır hayatın…
İnsanlar vardır, öyle seridir ki yaşama bağlılıkları, bazen soluklanmak için durup bir köşede, zamanın ona yetişmesini bekler…

Hayat içini doldurabildiğin kadar anlamlıdır.
Ve tuhaf, zorlu bir iştir yaşamak.
Parçalarına ayrılamaz bir bütün içinde olmalı.
Bir bütün olarak bakarken ayrıntılar gözden kaçmamalı.

İnce bir çizgidir hayat.
Aşık Veysel’in dediği gibi:
Uzun ince bir yol,
Ve iki kapılı bir handır dünya.

Bir zincirin parçalarıyız
İnce, kalın, büyük, küçük, demir, altın ya da camdanız…
Tüm maddelere anlamları yükleyense yine biz insanlarız.
Ama zincirin hangi halkası koparsa kopsun zincir artık zincir olmaz
İşe yaramaz bir hurdaya çıkar adı.

Dünya, her gün ruhumuzun bin bir çeşit ayrıntılarını gösteren bir aynadır.
Baktığımız ya da gördüğümüz bir başkası değil,
Bizatihi içimizde yaşayan canlının yansıması…

İnsan bir okyanus…
Yüzeyi gökyüzünün bin bir çeşit halini yansıtırken
İçinde milyarca, birbirinden farklı ve birbirlerine bir o kadar muhtaç canlı türüne ev sahipliği yapar.
Hem av hem avcı
Hem düşman hem yaşam kaynağı.
İkircikli hayatın mükemmel yankısı…
Ruhundaki milyarlarca kişilikten her gün biri, bir başkasının yaşamını sonlandırırken, aynı zamanda besler onu. Bir gün sonraysa diğeri can bulur; kim bilir…

Hangi role bürünecekse bedenimiz, içimizde hali hazırda bulunan o karakteri çıkarıveririz dışarı.

İnsanın kendine has bir karakteri vardır elbet.
Farklı olan, durum ve koşullara göre hissiyat ve duygularımızın değişkenliği…

Sinirli, endişeli, heyecanlı, mutlu, aksi, huzursuz, gururlu…