28 Ocak 2014 Salı

Bazen duygusallaşmak kaçınılmaz olur...


     Hakketmediğini düşündüğün şeyler yaşarsın, belki de hakkettiğin... Bilirsin ki 3-5 ay sonra geçecek ya da yıllar...
     Karşılaştığın şeyin neye dair olduğunu, hangi noktana temas ettiğini ve hatta sendeki hangi açıklığı kapamaya geldiğini bilmek istersin...
     Belirsizlik korkutur, belirli olsa zaten kafa yormazsın. İşin içinden kendine en saygı duyduğun halinle çıkmaktır niyetin. Kendin olmaya niyet edersin onca dış etkenin gölgesi arasında...
     İnanç, umut bir tarafa en azından bu niyet güçlü kılar seni. Tüm bu hengamenin ortasında ve bu sürecin sonunda sana bir şeyler katacağını bilmek rahatlatır içini.

6 Ocak 2014 Pazartesi

Ouroboros


                         
Aklım biraz başımda, biraz değil…
İçime dönüyorum, içime bakıyorum, açıklarımı, zaaflarımı arıyorum.

* Duru görü; görmek, her şeyi olduğu haliyle görebilmek...

Bu yüzden zaman, dış etkilere tepki gösterme, dış olaylara müdahale etme zamanı değil. Dışarısıyla ilgilenme, bir şeylere karar verme ya da kontrolü ele geçirme zamanı da değil. Dışarısı aksın, içerisi aksın, zihin fazla bulaşmasın öze.
Karşılaşılan olaylar, insanlar, durumlar beni bana yansıtsın ki içimdeki yumakları çözebileyim.
Bu bir savaş, içeride dönen bir muharebe. Elbette yaralanmalar olacak. Görebilmek için göze almak gerekir. Dikkati elden bırakmadan müsaade etmeli, etki etmesine izin vermeli bazı şeylerin.
Dışarıda rüzgara kapılıp gitmek kolay, içindeki fırtınayla mücadele etmek ise gerekli olduğu kadar hayli yorucu. Bazen depremler, seller, hortumlar… Doğal bir sürecin doğal afetleri. Yaşıyoruz, yaşamın gerekliliklerine müdahil oluyoruz.
Yaban bir ormanda yürüyoruz dikkatli olunmalı ve çıkışı bulabilmek için denenmemiş yolları deneyebilecek cesarete de sahip olmalı. Aynılığın cehennemi bize geçmiş korkulardan korkmayı tekrarlatır. Başka pencerelerden de izlemeli manzarayı, belki de bir dağın gölgesine sığınmış küçük bir ağaç keşfederiz benliğimizde, büyümeye, kök salmaya meyletmiş.
“Ey Gezgin… Eyy az kullanılan yolları seçen deneyci… Sen bir savaşçısın. Gözünü hedefe dikme, kalbini kilitleme! Her adımında tüm duyuların açık olsun, her kokuyu, her sesi duy! Her yüzü gör! Dokun /dokunul… Bütün dünya, hepimiz senin arkandayız, her an sana işaret gönderiyoruz. Eğer açık isen (hedefe kilitlenmemişsen açıksındır) işaretlerimizi görür/duyar/hissedersin.”


Ouroboros, kendi kuyruğunu ısıran bir yılan ya da ejderha şeklinde resmedilen sembol.
Kendini yaratmayı sembolize eden kuyruğunu yutmuş bir yılan şeklidir. Yunanca'daki οὐροϐóρος, Latince'deki uroborus kelimesinden gelir ve bu sözcüklerin sözlük anlamı "kuyruğunu öldüren" dir. Yanar, döner gökkuşağı mitleri ile benzerlik gösteren sembol "doğanın ebedi döngüsü" 'nü ifade etmektedir. (Vikipedi)