29 Haziran 2015 Pazartesi

Ölmek İçin Güzel Bir Gün


          Bugün durduk yere bir hayal canlandı kafamın içinde. Tabii ki durduk yere olması pek vaki değil, bilinç altında denk düştüğü bir yer, çözülmeyi bekleyen bir düğüm, eskiden açılmış üstü kapanmış ve yamalanmayı bekleyen bir gedik vardır elbet...
          Kurgum ölüme dairdi. Ölüm... Hakkında hiçbir şey bilmesek de sanki kötü, karanlık ve üzücü bir durummuş gibi algılanır ya genelde, bu hayal öyle değildi.
          Geçirdiğim bir kaza sonucu arabanın ön koltuğunda, yaralı bir şekilde eşimle birlikte oturuyoruz. Ölmek üzereyiz ya da değiliz ama ben ölüyor olduğumu düşünüyorum. Sakin bir sessizlik içinde birbirimize bakarak duruyoruz. Ben huzurla gülümsüyor ve konuşmaya başlıyorum. Sakince, duraksayarak:


          - Kaza geçirdik... Ne tuhaf... Huzurluyum... Acı, üzüntü yok... Beklenti yok... Geçmiş yok... Gelecek yok... Kaygı yok... Öfke, kızgınlık yok,.. His yok... Kafam bomboş... Kalbimin sesini duyabiliyorum... Hiçbir şeye değmez... İlk defa yaşadığımı hissediyorum... Ne tuhaf... Huzurluyum... Seni seviyorum...


          Kafamda bu konuşmayı bitirirken kendimi gülümserken yakaladım. Ölüyorum diye mi mutluydum yoksa zihnimin bana vermek istediği mesajı algılamış olduğum için mi diye bir süre düşündüm. Sonra farkına vardım... Ölüyor olmanın en güzel tarafı yaşıyor olmaktı.

          Geceleri huzursuz uykuya dalışlarım, sabahları 'bugünün dünden ne farkı var ki' hissiyatıyla yataktan kalkışlarım, yapmam gerekenleri yapmaya başlamak için, 'yapsam ne değişir ki' düşünceleriyle cebelleşmelerim sanki beni terk ediyor gibiydi. Sanki bana veda eden onlardı, ölen onlardı sanki.

          Öyle olmasaydı, kendime güzel ve temiz bir çalışma ortamı hazırladıktan sonra, oturup bu satırları yazar mıydım?!

9 Nisan 2015 Perşembe

Ya Cadı Hepimizi Yerse?!




Sevgili Günlük,

Bugün habis düşüncelere sahibim biraz.

Örneğin: Nasistik kişilik bozukluğu günümüzün salgın bir hastalığı gibi. Ve döneminin tüm kötü salgın hastalıkları gibi başımıza çok çorap örebilir. 
Tedavisi, yolunu unuttuğumuz, gerçek evimiz olan doğaya dönmekle mümkün olur sanıyorum. Ne yapıp edip, evimizden ayrılırken bıraktığımız kırıntıları izleyip de gerçek evimize dönemezsek, gösterişle aklımızı çelecek olan kötü kalpli cadı bizi/hepimizi yakalayacak. Beklentilerimizin hayal kırıklıklarıyla sonuçlanması bir yana, bir daha dönememe ihtimalimiz de cabası. 
Doğadan koptukça, çocukluğumuzu her geçen gün daha fazla kaybettikçe ve büyük koşturmacaların içinde kayboldukça daha da çok hastalandığımızın şimdilik küçük bir azınlık farkında diye düşünüyorum. 

Düşünmekle olmayacak, en iyisi gidip biraz çalışayım...


26 Şubat 2015 Perşembe

Biz Ne Olduk




Mütevazi, sessiz sakin, işinde gücünde olmak bazı yeni dünya düzeni insanları için ne kadar da anlaması güç bir halmiş. Çünkü sürekli kendini anlatması, sürekli "ben" le başlayan cümlelerle kendini pazarlaması gerektiği öğretildi insanlara. Her ne kadar bir şeyi yapamasa da yapabiliyormuş gibi davranması/görünmesi gerektiği... Bırak insanlık için, kendi için bile küçük adımları/başarıları abartması gerektiği ve ancak böyle yaparsa değerli olacağı öğretildi. En ve daha ile başlayan cümleler kurmaları salık verildi.
- Ben ondan daha...
- Ben en...
Özgüven denilen şey, zeki ve zevkli olmakla, iş bilmekle bir tutulur oldu. Oysa ne demişler, ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz. Ama değerler, gerçekten değerli şeyler unutuldu, lafa bakılır hatta sadece ambalaja bakılır oldu. Tıpkı raflarda rengarenk sıralanmış, tadını güzelleştirmek ve raf ömürlerini uzatmak için, içlerine adlarını bile telafuz etmekte zorlandığımız (zararlı) maddeler konulmuş abur cuburlar gibiyiz. Kısa vadede tat ve tatmin sağlıyoruz.
Kendini değerli hissetmek, bir başkasını değersiz görmekle mümkün oldu. Başkasının başarısına şapka çıkarmak, taktir etmek yenilgi gibi algılanır oldu.

Tıpkı tv ekranına bakıyormuşcasına, birini tanıdığımız, neyi yapıp neyi yapamadığına karar verebildiğimiz, bir sürü önyargıya vardığımız, kendimizce yargılayabildiğimiz yanılgısına düşürür oldu bizi.  Hele bir de azıcık kıskanmışsak ona dair söylediğimiz, hissettiğimiz her şeyin mübah olduğunu var sayar olduk.
Bazen anlamakta gerçekten zorlanıyorum. Biz NE olduk?!

7 Ocak 2015 Çarşamba

Üstten Değil, Alttan Değil, Tam Ortadan, Orijin Denen Yerden Anlamak

          




                Anladım ki, insan bir şeyleri kafasında çözdüğünde o şey hakkında düşünmeyi de konuşmayı da bırakıyor. O şey artık, mesele olmaktan çıkıyor; hallediyor, üzerinden atlıyor ve bir daha geriye bakmıyor. Bastırmaktan ya da gözlerini kapatmaktan bahsetmiyorum. Uzun bir süre üzerine düşünülmüş, sancısı çekilmiş ve en sonunda halledilmiş sorunlar bir daha hortlamazlar. Böylece insan bir sürü şeyi bu şekilde çözdükçe, aştıkça daha çok suskunlaşıyor. Elbette az konuşmaktan bahsetmiyorum, zira çok konuşan bazı zeki insanlar, etraflarındaki saçmalıkları duymamak için konuşurlar ve hatta daha çok saçmalarlar ki ancak böyle katlanılır olur bazı konuşmalar. Tahammülü yüksek, belirli doyumlara ulaşmış zeki insanlar ise suskunlaşıyor, gerektiğince konuşuyor ve söyleyeceğini söyleyip, yapacağını yapıp bir kenara çekiliyorlar. Maksat bazı şeyleri aştıklarını birilerine ispatlamak ya da dikkat çekmeye çalışmak değil. Kendilerinin bilmesi zaten yeterli. Naif yaşamlarına kendi damak tatlarına göre keyif alarak devam ederler. Başkalarıyla, ne düşündükleriyle, ne yaptıklarıyla ve başkalarında bıraktıkları izlenimlerle ilgilenmezler. Naif duruşları öyle güçlüdür ki hiçbir şey yapmadan da ilgi çekerler ve saygı uyandırırlar. Gerçi onlar bununla da ilgilenmezler, tek ilgilendikleri kendi yolları, kendi düğümleri, kendi çözümleridir. Zaten başkalarını başkaları olarak görmezler. Onların da kendileri gibi BİR'in parçası olduğunu bilirler. Bu yüzden kastları, bir şeyin üzerine çıkmak değil, kendini genişletip olabildiğince diğerlerini kapsamak onlarla bütünleşmektir. Önce huzuru bulurlar sonrasında zamanın içinde akarak düşüncesiz, hissiz bir alana ulaşırlar ve işte orada gerçekliği koklar, tadar ve onu yutarlar. Bir şeyleri çözmüş insanlar, konuşmadan, anlatmadan, bağırmadan ve gizlenmeden aramızda dolaşıp sesizce onlara katılmamız için sadece bize bakarlar.