Her gün biri çıkar, başlar, benim ben demeye
Altınları, gümüşleriyle övünmeye
Tam işleri dilediği düzene girer
Ecel çıkıverir pusudan: benim ben, diye
Ömer Hayyam
Altınları, gümüşleriyle övünmeye
Tam işleri dilediği düzene girer
Ecel çıkıverir pusudan: benim ben, diye
Ömer Hayyam
Uzun, bitmek bilmeyen yollardan biri daha... Gün batmak üzere, eşlik
ediyor gitmekle dinlenmek arasındaki düşüncelerine renkleriyle. Yine gitmeli,
yürümeye devam etmeli… Nerde, nasıl hiç mühim değil, yine de içinin kıpırtısı,
aklının sorguları dinmek bilmez ya öyle bir akşamüzeri esintisi.
Yardım elleri uzatanlar, imdat naraları atanlar, girdabın dibindeki
çukura düşmemek için yukarı doğru son sürat koşturanlar. Birbirimize bu kadar
bağlı, bağımlı mıyız gerçekten. Biri o girdaba düşmeye başlasa, zincirin
ucundan tutana ödül var mı, yaşamdan başka? Yoksa hayatın mucizelerinden biri de
uyanmak mı rüyadan?
Çarmıha gerilenler, dimağı ezilenler, kıssadan hisseciler, cefakarlar,
vefakarlar, kolay yoldan eşit olmayı umanlar, ummanlar, zirvedeki dumanlar,
nabzı seri atanlar, serde erkek olanlar, karafakide duranlar, öğrediği tek şey
bir BEN olanlar, işte böyle bütün bunlar…
Ey ulvi hata, ey büyük lanet! Geldiğin yere geri dön ve bir daha çıkma
karşımıza!