14 Temmuz 2011 Perşembe

Muhafazakârlık aslında neyi muhafaza eder?




(Muhafazakârlık olgusu üzerine bir deneme)

Bazı kurum ve kavramların, yanlış ve/veya farklı amaçlar güden güçlerin eline geçmeleri durumunda sosyal yaşamda nasıl da derin tahribatlara neden olabildikleri herkesin malumudur… Toplumsal ve kültürel yaşamda önemli bir yer tutan gelenek, ahlak ve alışkanlıkların, dini ritüellerin keza buna bağlı olarak toplumsal yaşayışın yönünü belirleyen bazı kavramların siyasetle ekonominin malzemesi haline gelmesi durumunda, ne denli tehlikeli bir silaha dönüştüğü gerçeğini yadsıyabilir miyiz?

Dünya bilinçsiz bir muhafazakârlığa doğru gidiyor. Ve ne acıdır ki, son yıllarda yükseliş trendine giren muhafazakârlık eğilimi, toplumların kaderini belirleyecek hayati kararların alınmasında da ciddi bir rol oynuyor.
 Tam bu noktada, ‘muhafazakârlık’ olarak isimlendirilen, bazı mistik veya örtülü emellere hizmet etmesi olası, sonradan oluşturulan ve sunulan hayat tarzının, içi boşaltılmış kavramlarla kof bir tavır içerisine sokulabileceğini ifade etmek yerinde olacaktır sanırım. Bunun için de öncelikle muhafazakârlık kavramının doğru bir şekilde anlaşılması, kavramın neyi anlattığının iyi analiz edilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Tüm dünyada liberalizmin ortaya çıkardığı iktisadi sorunlardan kaynaklanan siyasal, toplumsal ve ekonomik değişikliklerin yapılmasını zorunlu hale getiren sistem eksiklikleri, sosyal alanda da bazı değişikliklerin yapılmasını zorunlu kıldı.  Yaşananların sonucunda da muhafazakârlığı, değişim rüzgârına karşı kürek çekmektense, bir yol haritası olarak kullanma gerekliliği doğdu.

Burada değinilmesi gereken iki nokta var kanımca… Bir; liberalizm sistemsel sorunlarını gidermek, kendini devam ettirebilmek ve korumak için muhafazakârlığı mı kullanacaktır? Yani muhafazakârlık bir zamanlar karşı durduğu bir sistem için şimdi bir tampon görevini mi üstlenecektir; yoksa bu sistemin ortaya çıkardığı sorunlar, muhafazakârlık fikri yardımıyla, yeni toplumsal bir düzenin inşasında mı kullanılacaktır? İki; muhafazakârlık, geçmişten günümüze kadar varlığını sürdüren, kültürel değerlerin ve toplumun olmazsa olmazı bazı kurumların korumacılığını üstlenirken yeni bir oluşumun sağlıklı koşullarda ilerleyebilmesini sağlayacak bir mekanizmaya mı dönüşecektir?

Birçok siyasal ve toplumsal sistemde olduğu gibi, muhafazakârlığın da, gücü elinde bulunduran kötü niyetlilerin eline geçtiğinde, kendi lehlerine ve toplumun aleyhine kullanılabileceği tehlikeli bir araca dönüşmesine imkân veren zaafları mevcuttur. Bu imkân, tarih sahnesinde kendine biçilen görevler nedeniyle kuramlara dair yaşanan anlam kargaşasının yol açtığı bir durumdur aslında. Tıpkı, dinde yeri olmayan inanışların, dindar olmakla bir tutulmasından doğan rahatsız edici tutumlara ve bu kavram karmaşasının ya da yanlış tanımlamaların sosyal huzursuzluklara olanak vermesi gibi… Ya da tıpkı çağdaşlık adına sergilenen bazı aşırı özgürlükçü tavırların belli değerlere göre yaşamlarını yönlendiren kesimler tarafından ‘tukaka’ ilan edilmesi gibi…

Nasıl ki insanlar soyut olguları, kendi yaşam biçimlerine farklı farklı adapte edebilme çabası içine giriyorlarsa, muhafazakârlık da, rölatif bir tutumla değişken bir algılamaya maruz kalmış ve kalmaktadır. Bir bakıma dünya nimetlerini tanımladığı çerçevenin perspektifine hapsolduğunu söyleyebiliriz.
 
Muhafazakârlık, içi boşaltılmış, anlamı değiştirilmiş, TDK’nın sözlüğünde bile ‘tutuculuk’ karşılığını bulan, günümüzde yanlış bir ihtivaya denk gelen, aslında tarihsel ve oldukça derin anlamlara sahip süreçlerden oluşan bir anlayışı ifade eder.

‘Fransız Devrimi ve Aydınlanma Dönemi’ne bir tepki’ olarak ortaya çıkan muhafazakârlık fikri, kaynağını ‘muhafaza etmek’ ten alıyor. Muhafaza etmek, yani korumak, saklamak…

Bu boyutuyla muhafazakârlık olgusu büyük değişimlere ve devrimsel farklılık yaratma çabalarına karşı bir direnişi, var olanı korumayı, toplumsal ve kültürel değerlerin sürdürülmesi için gösterilen siyasal ve sosyal bir çabayı ifade ediyor.

Muhafazakâr yaklaşımın “değişim”e karşı gösterdiği bu direnç, her ne kadar tarihte üstlendiği roller nedeniyle ‘tutuculukla’ eş değer kabul edilmesine neden olsa da, toplumların yüzyıllar boyunca biriktirdiği değerleri ve oluşan kültürel mirası korumaktan öte bir amaç gütmez. Toplumsal bir tampon görevi üstlendiğinden toplumsal birlikteliği şiar edindiği için homojenliği savunur. Toplumu savrulma ve bölünmelerden uzak tutmaya, adı üzerinde “muhafaza etmeye” çalışır.

Burada sorgulanması gereken, her köklü değişimin beraberinde gelişmeyi de getirip getirmediği sorusudur? Yani geçmişten gelen her şey kötü müdür? Gelenek, bir kültürün iyi ve kötü yanlarını geleceğe taşırken buna her zaman kuşkuyla mı yaklaşılmalıdır? Muhafazakârlık, devrimsel ve toplum yararına yapılan her dönüşüme karşı ve muhalif bir duruş sergilenmeli midir?

Muhafazakârlığın yıldızı ‘akılcılık’la hiçbir zaman barışmamıştır… Muhafazakar tutum, öznel bir akılcılığı içinde barındıran rasyonalist kararlarla toplumun şekillendirilmesine ya da yönlendirilmesine taraftar olamaz. İşte bahsedilen yanlış anlaşılma buradan kaynaklanmaktadır: Nedir bu yanlış anlama: “Muhafazakârlık tüm toplumsal değişimlere, tüm toplumsal dönüşümlere karşıdır.” Oysa muhafazakârlık genel olarak algılandığı gibi  ‘gelişim’e değil, ‘toplumsal bozulmaya’ karşı bir önlem niteliğindedir.

Üstüne yapışan bu yanlış anlaşılmalar nedeniyle muhafazakârlık, çoğu zaman radikal dinsel görüşlerle bağdaşlaştırılır. Bunun bir sebebi de, muhafazakârlık kavramının tarihsel süreçte, bilimin, sanatın, felsefenin ağırlık kazanıp dinin siyasi erki yitirmeye başladığı bir süreçte meydana çıkmış olmasıdır. Böylesi bir sabit fikirlilik bilimsel açıdan bakıldığında oldukça yoz bir havaya bürünmektedir. Oysaki tarih,  yaşandığı sürecin özel koşulları paralelinde değerlendirildiği ölçüde bilimsel bir nitelik kazanabilir. Yani dün ‘yanlış’ kabul edilen bir düşüncenin bugün kesinlikle ‘doğru’ olmasını beklemek bilimsel bir tutum olamaz.

Muhafazakâr dünya görüşü, aile ve din gibi toplumun temel taşını oluşturan kurumların, sosyal yapıda üstlendiği roller açısından korunmasının gerekliliğini savunur. Yeni dünya düzeninin ortaya çıkardığı sosyal kopuşların bireyi yalnızlaştırdığını iddia eden muhafazakârlık, toplumsal yapı içinde bireyin toplumsal bir çözülme olmaksızın hayatını sürdürebilmesinin gerekliliğini savunur.

Muhafazakârlık tarihsel süreç içerisindeki olaylara göre, liberalizm, faşizm, komünizm gibi totaliter rejimlere karşı çıkmıştır. Siyasal bir görüşe karşı durmaktan ziyade, toplumsal bir düzen oluşturma çabası içine girmiştir. Bu özelliği de onun, mevcut sosyal yapı karşısında büründüğü kimlikler nedeniyle yanlış anlaşılmasına neden olmaktadır. Toplumsal bir mekanizma olmaktan öte, siyasal bir ideoloji olarak algılanmasının bir nedeni de 1960 sonrası siyasal süreçte neo-muhafazakârlığın iktisadi yönelimlerinin sonucudur aslında.

Muhafazakârlığın,  tarihsel süreçlerde üstlendiği farklı sorumluluklar, asıl görevi olan koruma güdüsünün gözden kaçmasına ve değişik ideolojik yaklaşımlarla birlikte anılmasına neden olmuştur.

Burada oluşturulması gereken ve ortaya çıkacak sorunların en aza indirilmesini sağlayacak olan bakış açısı, sosyal sorunları objektif bir şekilde analiz edip, fikri tanımlamaları doğru yapıp, her türlü toplumsal olayın, ortaya çıktığı zaman, mekân ve şartlara göre değerlendirilmesinin zorunlu olduğudur.

Demokratik toplumlarda muhafazakârlığı radikal değişimlere karşı toplum adına korunmaya değer gördüğü kurum ve yapılanmaların siyasetin bir nesnesi haline dönüşmesine engel olmaya çalışan bir disiplin olarak görmekte fayda vardır. Buradaki vurgu, değişimlerin yavaş ve kademeli, toplumun kültürel yapısına uygun olanakları sağladığı ölçüde olması gerektiğidir. Bu tür bilimsel bir tavır her şeyden önce, siyasal bir iktidarın çıkarlarına hizmet etmekten çok, toplumsal hastalıkları önleyici bir niteliği üstlendiği ölçüde kabul edilebilir.

Demokrasinin pragmatist/faydacı tutumu doğrultusunda değerlendirildiğinde, olguların ve yaklaşımların başarı kriteri, kişisel beklentilere ne oranda hizmet ettikleri değil,  sosyal yaşama ne oranda katkı(lar) sağladıkları olmalıdır.
                                                                    Ayla Sercan Fundalar







Hiç yorum yok: